|
 |
ÜLKÜCÜ HAREKET ENGELLENEMEZ |

|
DAVAMIZ SON NEFER SON NEFES |
MERHABA SİTEME HOS GELDİNİZ
Kısa zamanda bir iktidar umanlar bizimle yola çIkmasınlar. Yolumuz uzun ve çetindir. Bu yolda karsınıza
menfaat teklifleri, tehditler ve daha bir yıgın engel çıkacaktır. Bu çetin yolda dayanabilecekler, bizimle
gelsinler. Cesur olanlar, kuvvetli olanlar, gerçekten inananlar kafilemize katılsınlar.
Ben Türk Milletini, sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, Rüsvet ve hile çignenen, çiğnetilen
hukuk düzenlerine, Ahlâktan mahrum bir hürriyete, tefecilige, karaborsaya yer veren bir iktisadi yapıya çağırmıyorum.
Türklük suur ve gururuna, islâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe,
kisacası hak yolu, ALLAH YOLU'na çagırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere sıçramaya
çagırıyorum.
Türk Milletine Bizans'dan geçme bir HastalIk vardır. Gevşeklik, lâubalilik, dedikodu, fitne, fesat, terbiyesizlik,
birbirini beğenmemek, sır saklayamamak, rastgele lâf söylemek... Bu hastalık sizde de var. Bu hastalığı
tedavi etmeniz lâzımdır. Bu hastalığı tedavi edmezseniz, kendinize yol seçiniz. Milliyetçi Hareket'te
bir saniye daha fazla kalmayınız. Benimle dava arkadaşlığı edecekseniz, her seyden önce vasıflı
Türk olmaya mecbursunuz. Türk Milletini batıran, Bizans'ı batıran, Osmanlı imparatorluğunu batıran
hastalık budur.
Türk milliyetçiliği meşru savunma, yüksek insanlık duyguları ve Türk Milletinin kendi tabii haklarının
savunulması, korunması duygusu ve iradesinin, suurunun bir ifadesidir.
Biz aziz milletimize müreffah, kuvetli ve büyük bir Türkiye taahhüt ediyoruz; kendimizi millete adıyoruz.Ve Türklük yoluna
başlarımIzı koyuyoruz.
Türk Devletinin yenilmez,zinde hayat gücü ve Türk Milletinin teminatı ve istikbali gençliktir.
Milletler arasındaki mücadele suurundan mahrum olan toplumlar başkasının boyunduruğu altIna düşerler.
Milletler, yabancı kuvvetlerin ordularınca yok edilmeden önce manevi ve fikri güçleri tarafından esaret altına
alınırlar.
Türkiye'nin yükselişi ithal fikirle olmaz. Hiç bir yabancı, Türkün menfaatlerini Türk Milletinin kendisi kadar düsünemez.
Davalarımızın çözümü kendimize dönmek, sarsılmaz bir birlik halinde el ele vermek ve geceli gündüzlü çalışmaya
girişmekle mümkündür.
Toprak bütünlüğümüzü devletimizin ve milletimizin bölünmezligini hedef alan hainlere karşı Türk Milleti olarak
ayaga kalkmalıyız.
Gençligimizi büyük bir savaş beklemektedir. Bozgunculuğa, tembelliğe, ahlaksızlığa, cehalete,
yalancılığa karşı büyük bir savaş.
Ülkücüler, insanlık âlemi içinde ne uşak olmayI, ne de baskalarını uşak olarak kullanmayı kabul
etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyIcısıdır.
ÜLKÜCÜ YEMİNİ
Allah’a, Kuran’a, Vatana, Bayraga
Millete, Silaha ve Basbug’ a
YEMiNOLSUN !
Sehitlerim, Gazilerim emin olsun.
Ülkücü TÜRK GENÇLiGi olarak;
Komünizm’ e, Kapitalizm’ e, Fasizm’ e
Ve her türlü emperyalizm’ e karsi
Mücadelemiz sürecektir.
Kavgamiz; Son nefer, Son nefes,
Sondamla kan’ a kadardir.
Kavgamiz; Milliyetçi Türkiye ye
Turana kadardir. Dönmeyecegiz,
Yilmayacagiz, Yikilmayacagiz.
Basaracagiz, Basaracagiz,
Basaracagiz !
|
 |
SON BAŞBUĞ
Milletimizin yetiştirdiği son Başbuğ'un hayat hikayesinin başlangıcında da göç var. Yıl
1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar
Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla
Kıbrıs'a sürgün edilir. Yıl 1917 ve Kasım'ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa
Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs'a yerleşen Koyunoğlu soyuna
mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve eşi Fatma Zehra Hanımın Ali Arslan adını verdikleri oğulları
dünyaya gelir.
Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir
ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sibyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve
mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan
ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah'ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup
yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişcesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..
Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve herbiri birbirinden daha değerli Hüsnü
Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asım Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve
Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra
Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin
yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler.
Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adını adeta senin adın "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a
denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.
Küçük Alparslan'ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Paşa yadigârı Kıbrıs,
sevgili Yeşilada'mızın tamamı ingiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin
ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa basladığı günden, çocukluk yıllarının
başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını
kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.
Yıl 1933 ve Alparslan'ın artık işgal altında, esaret altında yaşamağa dayanacak gücü
kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım'ı ikna eder, aile mallarını
satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların,
hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların,
anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini istanbul...
Ailesi istanbul'a yerleşince Alparslan'ın ilk işi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık
O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen
baskaları da vardır istanbul'da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç
inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler,
özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca'nın canevinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle,
dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır.
Onlarla tanışır, buluşur Alparslan Türkes.
Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile astegmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yillari baslar.
1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir tegmenidirve Türk Milleti'nin emrindedir. Yil 1940 Isparta'da
gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptirir ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çagri) ve Yildirim Tugrul adli çocuklarla
çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtlarin Muzaffer Ana'sinin 1974 yilinda elim kaybindan sonra 1976 yilinda, Sevâl Hanim'la yaptigi
ikinci evliliginde de Tanri Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmis adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.
Yil 1944 3 Mayis.. Ankara'da eski tabirle bir nümayis yani gösteri veya yürüyüs vardir. Türk'ün, Türklügün ölmedigini, ölmeyecegini
ve yükselen Türkçülük bayraginin bir daha hiçbir sekilde inmeyecegini gösteriyorlar. Hem dosta hem düsmana... hem devlet hizmetindeki
gafillere hem de yurda sizmaga çalisan hainlere, Asya bozkirlarinda yaratilan bozkurt soylularin bozkurt torunlarinin, bir
kaç çakalin günü birlik menfaatleri için göz yumduklari kizil yilanin farkinda ve onun basini ezme azminde olduklarini gösterirler.
Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dedigince tutuklanir Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarinin uyduruk nedenlerle
açtigi Türkçülük-Turancilik Davasi baslar. Türkçüler tabutluklara atilirlar, iskencelere ugrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi
olmanin bedelidir bu... Genç Üstegmen Alparslan Türkes'te bunlar arasindadir. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainligi" suçlamasiyla
sorgulayan mesnedsiz Savciya "Diger saniklar gibi bana da vatan hainligi isnad edilmistir. Bunu şiddetle redderim. Ben
yeryüzünde herseyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykirir. Ancak mahkeme tarafindan, 9 ay 10 gün hapis cezasina
çarptirilir ve bir yildir hücre hapsi yattigi için tahliye edilir.
Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargitay tarafindan bozulur ve 2. numarali mahkemede beraat eder. Bu onun Türk
Milliyetçisi oldugu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktir. Ülkücü olmak çileye talip olmaktir, nimete, ikbale
degil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman siddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakinmaksizin,
çekmis ve çile çekmeyi seref bilmistir.
Yil 1947 Alparslan Türkes ve 15 diger Türk subayi, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yillik bir süre egitim
görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civariyla Bogazlardan üs talep eden Sovyetler Birligi'nin Komünizm maskesi ardina
saklanmis, o eski ve degismez "moskoflugu" ayan beyan ortaya çikar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türke? Gelibolu ve
Çankiri'daki görevlerinden sonra 1951 yilinda Kurmaylik sinavini kazanir ve 1955 yilinda Harp Akademisi'nden Kurmay Binbasi
olarak mezun olur.
Yil 1955 dis görev için açilan sinavi kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeligine atanir. Bu arada ...
Üniversitesinde Uluslararasi Ekonomi egitimi görür. 1957 yilinda Türkiye'ye döner.
1959 yilinda Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basariyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydir.
Yil 1960, tarih 27 Mayis öteden beri örgütlenen ve memlekette kardes kavgasini önleyerek bazi reformlar yapmayi hedefleyen
Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koydugunu açiklayan bildiriyi radyodan okuyan kisi ve "ihtilâl'in kudretli Albayi"dir.
Kurmay Albay Alparslan Türkes ihtilâl hükümetinde Basbakanlik Müstesarligi görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasinda Devlet
Planlama Teskilati, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk KültürünüArastirma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluslari kurar. Ancak
Milli Birlik Komitesi arasinda ortaya çikan anlasmazliklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkes ve "ondörtler"
olarak bilinen arkadaslari Komite'nin diger üyelerince emekliye sevkedilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alinip
yurtdisinda görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasim'da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiligi müsaviri sifatiyla
sürgüne gönderilir.
1961-62 1963 yilina kadar 2,5 yil, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkes'in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.
Yil 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkes sürgünden yurda döner. Dava arkadaslariyla birlikte kadro olusturup partilesmek amaciyla
"Huzur ve Yükselis Dernegi" adli bir dernek kurar. Kisa bir süre sonra Talat Aydemir'in giristigi darbe tesebbüsüne karistigi
iddiasi ile tutuklanir ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargilanir ve beraat eder.
Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katilir. .
Tarih 1 Agustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay'inda Genel Baskanligina seçilir. Ayni yil yapilan genel
seçimlerde Ankara milletvekili seçilir. Yil 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi
de Üç Hilâl olarak degistirilir. O yil yapilan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.
ilki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yillari arasinda ve ikincisi de 1 Agustos - 31 Aralik 1977 tarihleri arasinda Süleyman
Demirel baskanliginda kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Baskani olarak, Basbakan Yardimciligi ve Devlet Bakanligi
yapar. Ülkü Ocaklari, Büyük Ülkü Dernegi ve diger mesleki örgütlenmeler baslar. 1968 Yilindan itibaren marksist ve bölücü
gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanir ve üniversite özerkliginden istifade ederek buralari silah, cephane deposu haline
getirerek "Kömünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler isgal altindadir. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri
ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeralti örgütleri "sehir gerillasi" mi "kir gerillasi" mi tartismalari yapmakta
okullara kendilerine tabi olanlardan baska hiç kimseye hayat hakki tanimamaktadirlar. Bunun üzerine Basbug Alpaslan Türkes
toplanan çok az sayidaki gence verdigi seminerlerle onlari komünizm konusunda aydinlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculugunu,
Türk Milliyetçiligini anlatir. Kisa zamanda çogalan gençler örgütlenmege baslarlar. Doktriner Türk Milliyetçiligi safhasi
baslamistir. Türk Milliyetçileri Dokuz Isik, dokuz prensip etrafinda toplanirlar.
Bu gelismelerden rahatsiz olan Türklük ve Türkçülük düsmanlari özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada,
köyde, kentte, dagda her yerde ama heryerde karsi çikip mücadele eden Ülkücü Hareket'e karsi savas ilan ederler ve 12 Eylül
1980'e kadar 5000 civarinda Ülkücüyü sehit ederler. Devlet'in zaaf içinde oldugu düsünülen "zinde güçler"i birseylerin yani
ihtilâlin sartlarinin "olgunlasmasi" için daha fazla kanin akmasini beklemektedirler.
Basbug için 1978, 1979, 1980 yillari bir çogunu bizzat kendisinin yetistirdigi binlerce ülküdasinin Komünist çetelerce katlediligini
gördügü, kan aglayan bir yürekle her seye ragmen kaybetmedigi sogukkanliligiyla bir iç savasi önledigi izdirap dolu yillardir.
12 Eylül 1980 sabahi pusudakiler yeterince olgunlasan sartlarin neticesi ihtilâllerini yaparlar.
Basbug Alparslan Türkes ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasini engelleyen Ülkücü Hareket sanik sandalyesinde,
idam sehpalarindadir. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin sekillendigi teslim olur. Cunta tarafindan tutuklunan Basbug, önce 1 ay
Uzunada'da daha sonradamekanlardir. Basbug 12 Eylül'den üç gün sonra Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandigi dönemde de
Mevki Hastahanesi'nde 4,5 yil hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idami istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.
Tarih 6 Eylül 1987.. Yapilan referandum neticesi diger siyasilerle birlikte Basbug'a da konulan siyaset yapma yasagi kalkar
ve Basbug Milli Ülküyü iktidar yapmak davayi kitlelere anlatmak için yine meydanlardadir.
Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalisma Partisi olaganüstü kongresinde Genel Baskanliga seçilir.
Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptigi seçim ittifaki neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Basbug,
son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasip kavuran bölücü teröre karsi en etkili mücadeleyi O gerçeklestirir.
Tarih 27 Aralik 1992.. Oniki Eylül'ün kapattigi partilerin tekrar açilabilmesini saglayan degisiklikler neticesi toplanan
MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler. Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin
4. Olaganüstü kurultayi toplanir ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak degistirir.
|
 |

|
|
 |
Ülkücü Gençliğe Sesleniş
Bir gençlik, Bir gençlik, Bir gençlik...
"Zaman bendedir ve mekan bana emanettir" suurunda bir gençlik...
Devlet ve milletin büyük çapa ermis yedi asirlik hayatinda ilk iki bucuk askini ask, vecd, fatih ve hakimiyetle süsleyici...
Üç asrini kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici... Son bir asrini Allah'in Kur'an'in da "Belhum edall" dedigi hayvandan
asagi taklitçilere kaptirici... En son yarim asrini da isgal ordularinin bile yapamiyacagi bir cinayetle Türk'ü madde planinda
kurtardiktan sonra ruh planinda helak edici tam dört devre bulundugunu gören... Bu devreleri yükseltici ask, çürültücü taklitçilik
ve öldürücü küfür diye yaftalayan... Ve simdi, evet simdi, besinci devrenin kapisi önünde dimdik bekleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve yeni kurbaga diliyle bütün dikeyleri yatay hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptiniz?"
diye meydan yerine çikacagi günü kollayan bir gençlik...
Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, irzinin, evinin, kininin, öcünün davacisi bir gençlik...
Halka degil hakka inanan, meclisin duvarinda "Hakimiyet Hakk'indir" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanista ve
hakiki hürriyeti Hakka kölelikte bulunan bir gençlik...
N.FAZIL KISAKÜREK
"Gencligin aci haline"
"Öldün mü ey genclik?
Eger öldünse haber ver: Onlara hicviye yazan kalemim sana da mersiye yazsin. Yahut ölmedigini ispat et ki, sana olan büyük
imanin sarsilmasin ve sana destanim bosa gitmesin."
ARIF NIHAT ASYA
Ülkücü Olma Gururu
Orta mektepte idik...
Materyalist bir resim ögretmenimiz vardi. Kadincagiz "devrim yolunda" çogu erkekten daha erkekti. Öyle zannediyorum ki cesareti
hükümetinden ve sayilarinin çoklugundan geliyordu.
O yillarda ülkücü ögretmen kitligi mi vardi nedir, okullarda ki ülkücü ögretmenleri nazar boncugu gibi görüyorduk. Uzatmayalim,
bizim matematik disinda bütün derslerimiz iyi. Ögretmenlerin nazarinda sempatikligimizden kaynaklanan kredimiz de mevcut.
Türkçe ögretmenimiz zaman zaman tonton yanagimizi sIkarak "kizimi sana verecegim" derdi. Ne yapalim emir büyük yerden!...
Hiç görmedigimiz bir yavuklugumuz olmustu.
Resim ögretmenimiz "Allahsizlik hastaliginin" tezahürü olarak cami resmine tahammül edemez, münasip bir dille cami resmi yapmamizi
tavsiye ederdi (!). Biz ise ona inat ulu ustamiz Mimar Sinan'a tas çikartircasina cami resimleri yapardik...
O gün en arkadaki siramda oturmus resim yapiyordum. Arkadaslar da ögretmenle sohbet ediyorlardi. Yanimdaki arkadasin dürtmesiyle
konusmaya dikkat ettim. Resimci bayan (hâsâ) "Allah insanin kaderine ne karisir. Herkes kaderini kendi çizer" gibi lâflar
ediyordu.
Serde ülkücülük var! Haydi diyen birkaç bakisin tesvikiyle ögretmen bayana itiraz ettik. Müslümanin kader anlayisini bildigimiz
kadar anlattik...
O tenefüs, isin o kadar basit olmadigini; müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalisan bu kadina haddini bildirmek gerektigini
sinif arkadaslarimiza duyurduk... Ímza toplayip sikâyet edecegiz! Bu arada "solcu" çocuklar olan biteni hiç beklemeden gidip
anlatmislar. Biz de imza, dilekçe derken baktik ki Nasrettin Hoca'nin fil hikayesindeki gibi ortada kalmisiz. Din söz konusu
olunca bize burunkiviran hizli mücahit (!) kardeslerimiz "babam kizar. Tesekkürüme mani olurlar. Ögretmenlerle arami açamam
gibi
ulvî sebeplerle yan çizdiler.
Yeterli imza çikmadigi için biz sikayetten vazgeçtik, fakat is burada bitmedi. Olaydan bütün okulun haberi oldu. Ayni gün
cografya dersindeyken kapi tikirdadi, resim ögretmeni perisan vaziyette "ablasini" çagirdi. Biraz sonra hisimla içeriye giren
cografyacimiz "kizil" gözlerini gözlerime dikerek; "Bu sinifta ezilmesi gereken birkaç böcek var!" diye hirladi. Diger günlerde
bayagi korktugumuz- çünkü lakabi püsküllü belâ idi- o ögretmenden ilk defa, bütün hiddetine ragmen korkmamistik... Üstelik
zaferle
sonuçlanmasa bile bir galibiyet hazzi tasiyorduk...
Arkadaslar yaptigim resimlere imzasini atarak 9-10 aliyorken, ben iyi resimlerden zayif aliyordum. Ee ne de olsa adamlar haktan,
hukuktan, insancilliktan, demokrasiden ve dahi fikir hürriyetinden yanaydilar...
Bozkurtlu kolye yüzünden müdür beyin attigi dayagi saymazsak, ülkücü olmanin cezasini (!) çekmeye baslamistik.
Hadiseden sonraki ilk bayrak töreninde kulagima egilen Türkçe ögretmeni; "Artik cumhurbaskani bile olsan kizimi sana vermiyecegim"
demis, yavukludan da olmustuk!
Beden egitimci ve digerleri daha beterdi....
Ülkücülügün kolay birsey olmadigini, "ülkücüyüm" demenin insana mesuliyet yükledigi gibi çileye hazir ol dedigini idrak etmeye
baslamistik.
"Hiç kimsenin tesiri ve baskisi altinda kalmadan" ülkücü olmustuk ve ülkücü olmanin gururunu yasiyorduk. Bu haz insani öyle
bir kusatiyordu ki, dayakmis, horlanmakmis, iskenceymis... belanin bin türlüsü viz geliyordu.
O tarihten bugüne kadar yirmi sene geçti. Biz hep büyüdük. Bizim yüzümüz tokatlanmaktan, sirtimiz kursunlanmaktan kizariyordu.
Onlarin ki bugün utançtan kizariyor... (herhalde)
Biz ülkücü olmanin ve ülkücü kalmanin iftihariyla mestiz.
Íyi ki ülkücü olmusuz. Íyi ki ülkücülükte çile varmis.
Íyi ki ülkücülük kolay degilmis...
yastığımız mezar taşı yorganımız kar olsun biz bu yoldan biz bu yoldan dönersek namus
namus bize ar olsun...
|
 |
|
|
|
ÜLKÜ KAVRAMI VE ÜLKÜCÜLÜK
"Ülkü" kavramı, "ideailizm" kelimesi ile eş anlamlıdır."Hedef, gaye ve ulaşılması
istnen merhale ve düşünceyi ifade eder .Bunun yanı sıra, "Türk Mİlleti'nin istikbalde hedeflediği
varılması gereken bir gaye'yi temsil eder.
Bugün Türk milletinin şöyle büyük bir ülküsü vardır;Bu ülkü,"Türk Milleti'nin en kısa yoldan,
en kısa zamanda, başkalarına avuç açmadan çağlar üzerinden sıçrayarak çağdaş medeniyetin
en ön safhasına geçirmek, ilimde teknikte medeniyette yer yüzünün en kuvvetli varlığı haline getirmek,Türklüğü
yüceltmektir. Bütün Türklüğün tutsaklıktan kurtulup hür ve bağımsız olması ülkümüzdür.Ülkeler
uzun zaman diliminde ve adım adım gerçekleşir. Bazen bir insan ömrü dahi yetişmeyebilir. ÜLKÜSÜZ İNSAN
,ÇAMURDAN BİR VARLIKTIR.
DOKUZ IŞIK MİLLİ DOKTRİNİ
Ülkücü Hareket, kaynağını İslam imanı, ahlak ve fazileti ile Türklük şuurunda bulunan Türk-İslam
ülküsünü devlet ve millet hayatımızın bir felsefesi yaparak, insanımızı milli mukaddesler,
milli şuur ve ülkücüler etrafında birleştirerek, demokratik ve bütünleşmiş bir toplum haline gelen
milletimizi en kısa zamanda ve en kısa yoldan dünyanın gelişmiş ülkelerinden biri haline getirme
azmi ve kararlılığındadır.
Bu yoldaki yürüyüşümüze kapitalizm, komünizm, faşizm, nazizm ve liberalizm gibi taklitçi bir fikir ve sistemler
yerine teklif ettiğimiz, gerek genelde, gerekse programımızda vatandaşlarımıza sunulmakta olan
görüşlerimiz için bir bakış açısı teşkil eden 9 Işık Milli Doktrini, tamamen milletimizin
şartlarından tarihinden geleneklerinden, özünden yola çıkarak düzenlenmiş bir teklif, milli bir reçetedir.
Ülkücü Hareket, Türk Milliyetçiliği görüşüne inanan kimselerin bir uygulama sistemi olarak ortaya koyup kabul ettikleri
bu dokuz ilkenin, Devlet ve millet hayatımız için bir "Kalkınma ve Yücelme Yolu" olduğu inancındadır.
1-MİLLİYETÇİLİK : Milli birlik ve bütünleşmenin tesisinde, milli mukaddesler, şuur ve ülküler
etrafında kaynaşmış bir toplum olmada, insanımızı güçlü ve Büyük Türküye Ülküsü yolunda
harekete geçirmede kalkınmanın psikolojik dinamiğini teşkil edeceğine inandığımız
milliyetçilik
2-ÜLKÜCÜLÜK: Nemelazımcılığın, vurgunculuğun, kozmopolitliğin, yaygınlaştığı
bir cemiyet yapısında feragatçi, fedakarlığı ön plana alan Devlet ve Millet hizmet eden ülkücülük,
3-AHLAKÇILIK : Manevi değerlerin ayaklar altına çiğnendiği, insanlarda Allah korkusunun acıma duygusunun
,vicdan muhasebesinin zayıfladığı, her geçen gün yozlaşan ve çözülen, sadece maddeye önem veren bir
toplum yapısından, birbirini seven beşeri ilişkilerde ahlaklı ve faziletli maneviyatta en yükseğe
çıkmış bir toplum olarak en yüksek moralle kalkınma davasına koşabilmek için ahlakçılık,
4-TOPLUMCULUK: Bir yandan "komşusu açken tok yatan bizden değildir" diğer yandan milletimizin "devlet baba"
geleneği içerisinde toplumun her ferdini gözteip "dağda kaybolan koyundan sorumluluk duymak" felsefesi ile insanımıza
yaklaşmanın ve kucaklaşmanın yolu olarak toplumculuk,
5-İLİMCİLİK:"İlim Çin2de de olsa arayınız" düsturunun ışığında,
dünya çapında bir alimler ordusu yetiştirmeyi gaye edinerek, en kısa zamanda, en kısa yoldan muesır
milletler seviyesinin üstüne çıma ülküsü yolundaki gayretle müsbet ilimlere olan ihtiyacı olarak ilimcilik
6-KÖYCÜLÜK : İleri ve modern bir tarım seviyesine ulaşmış, her türlü sanayi imkanlarının
tesis edilerek tarım sanayi yapısına kavuşmuş; devletin her türlü hizmetlerinden yararlanmak sureti
ile yokluk ve sefaleti yenerek milletin sosyal dilimlere içerisinde layık olduğu yeri almış bir köy toplumu
gerçek kılmak için köycülük,
7-HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK:Kişi ve toplum mutluluğunu engelleyici bütün
tesisleri yıkarak hürriyetleri sağlama ve korumayı devletin asıl görevi sayan bir anlayışla,
zulme, baskıya sömürüye, güdümlü toplum olmaya karşı, insan şeref ve haysiyetini, temel hak ve hürriyetleri
gerçekleştirmeyi, inançları serbestçe yaşamayı ilke edinen bir zihniyet içerisinde hürriyetçilik ve şahsiyetçilik,
8-GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK: Milli şahsiyeti koruyarak, kesintisiz bir olgunlaşma, ilerleme
ve yücelme ülküsü içerisinde, halkın menfaatlerini en geniş şekilde gözeterek ve yine aynı şekilde
yönetim ve denetim imkanları tanıyarak egemenliğin gerçek sahip ve kaynağı olan Türk halkının
en iyi şeye layık olduğu inancı içerisinde gelişmecilik ve halkçılık,
9-ENDÜSTRİ VE TEKNİKÇİLİK: Ülkemizin en kısa zamanda, en kısa yoldan, bir bilgi bilgi toplumu
haline getirerek en yeni teknolojileri araştıran bulan elde eden bir toplum olarak dünyanın en gelişmiş
ülkelerinin yanında şerefli yerini almasını sağlayacak sanayileşmeyi teknolojik kalkınmayı
başarmak ve hiç bir zaman layık bulamadığımız gelişmekte olan ülkeler "sıfatından
kurtararak gelişmiş kalkınmış endüstri ötesi topum" gibi sıfatlara bir an önce erişmesini
temin gayesi ile endüstri ve teknikçilik,
Bu kalkınma ve yücelme yolunun ilkeleri olarak kabul edilmiştir.
BOZKURT DESTANI
Bozkurt Destanı
Destan Hakkında bilgi:
Bilinen en önemli iki Göktürk Destanından birisidir. Bir bakıma, M.S. altıncı yüzyıldan sekizinci
yüzyıl ortalarına kadar egemen olmuş bu Türk Devletinin Göktürklerin soy kütüğü ve var olma hikâyesidir.
Ayrıca, Türk ırkının yeni bir dal hâlinde dirilişi de diyebileceğimiz Bozkurt Destanı,
Bilge Kağan'ın Orhun Âbidelerindeki ünlü vasiyetinin ilk cümlesi olan: "Ben Tanrıya benzer, Tanrıdan olmuş
Türk Bilge Kağan, Tanrı irade ettiği için, kağanlık tahtına oturdum" cümlesi ile birlikte düşünülecek
olursa soyun ve ırkın nasıl bir şekilde ilahileştirilmek istenildiğini de anlatmaktadırlar.
Destan Çin kaynaklarında kayıtlıdır. Değişik söyleyişler durumunda ise de, çizgileri aynı
fakat isimler üzerinde, anlatıştan doğma veya Çinlilerce yazılırken isimlerin Çince söylenmesinden
meydana gelme değişikler yüzünden ayrı görünen belli üç söylenti şeklinde yazılmıştır.
Birinci söyleyiş:
Hun Ülkesinin kuzeyinde So adı verilen bir ülke vardı. Burada, Hunlarla aynı soydan olan Göktürkler otururdu.
Bir gün Göktürkler So Ülkesinden ayrıldılar. Bu sırada başlarında Kağan Pu adlı bir yiğit
vardı. Kağan Pu'nun on altı kardeşi bulunuyordu. On altı kardeşten birinin annesi bir kurttu.
Annesi Göktürklerce en kutsal yaratıklardan biri olarak bilinen ve böyle kabul edilen bir kurt olduğu için delikanlı,
rüzgârlara ve yağmura söz geçirir, bu iki kuvveti buyruğu altında tutardı.
Bununla beraber, So Ülkesindeki yurtlarından ayrılan Göktürkler düşmanlarının baskınına
uğradılar.
Bu baskında düşmanlar bütün Göktürkler'i yok ettikleri gibi on altı kardeşten sadece birisi kurtulabildi.
Kurtulan delikanlı annesi kurt olan idi.
Bu delikanlının da, birisi yaz diğeri de kış ilâhının kızı olan iki karısı
vardı. Baskından sonra her ikisinden ikişer oğlu oldu. Zamanla kalabalıklaşıp çoğalan
halk, çocuklardan en büyüğünü kendilerine Hakan seçtiler; o zamanki adı Göktürk dilinde değildi. Hakan seçilir
seçilmez Göktürkçe olmayan bu adını bıraktı ve Türk adını aldı.
Ondan sonra Türk on kadınla evlendi, bir çok çocukları oldu. içlerinden Asena adını taşıyan
biri hakanlık tahtına geçince boyun adı da Aşine oldu.
İkinci söyleyiş:
Hunların bir boyu olan ve adına Aşine denilen Türk boyu Hazar Denizinin batı taraflarında yerleşmişti.
Türklerin ilk atası olarak biliniyordu. Rahat ve huzur içinde otururlarken bir gün ansızın düşmanların
baskınına uğradılar. Baskının sonunda kimse sağ kalmadı.
Her nasılsa küçücük bir çocuk bu baskından sağ kalmış bir köşeye sığınmıştı.
Düşmanlar onu da gördüler. Fakat, cılız ve küçük bir çocuk olduğu için kimse ondan korkmadı ve ona
aldırmadı. Hattâ içlerinden acıyanlar bile çıktı. Ama düşman yine de her ihtimali düşünüp,
çocuğu öldürmektense kolunu bacağını kesip orada öylece bırakmayı uygun gördü; düşündükleri
gibi yaptılar.
Kolunu bacağını kesip, yan ölü hâle getirdikleri çocuğu alıp bataklıkta bir sazlığa
attılar; bırakıp gittiler.
O sırada, nereden çıktığı bilinmeyen bir dişi Bozkurt göründü, geldi, çocuğu emzirdi. Yaralarını
yalayıp iyi etti. O günden sonra da, avlanıp getirdiği yiyeceklerle çocuğu besleyip büyüttü, gücünü kuvvetini
arttırdı.
Zamanla Bozkurd'un beslediği çocuk gürbüzleşti.
Günlerden sonra bir gün, baskın yapıp Asine soyunu yok eden düşman başbuğu, kolunu bacağını
keserek sazlığa attıkları çocuğun yaşadığını öğrendi. Adamlar gönderip
durumu öğrenmek, sağ kaldı ise öldürtmek istedi.
Düşman başbuğunun gönderdiği asker geldiğinde, kolu bacağı kesik gencin yanında bir
dişi Bozkurt gördü. Dişi Bozkurt tehlikeyi sezmişti, dişleriyle gerici yakaladığı gibi
denizin öte yanına geçirdi; orada da durmayıp Altay Dağlarına doğru götürdü. Orada, her tarafı
yüksek dağlarla çevrili bir yaylada bir mağaraya yerleştirdi, onunla evlendi; on oğlan doğurdu!
Mağaranın bulunduğu yayla yeşillikti; serin gür suları, meyve ağaçlan, av hayvanları vardı.
Oğlanlar orada büyüdüler, orada evlendiler. Her birinden bir boy türedi. Bunlardan birinin adı da Asine boyu idi.
Asine, kardeşlerinin içinde en akıllı, en gözü pek, en yiğit olanı idi. Bu yüzden Türk Hakanı
o oldu.
Soyunu unutmadı. çadırının önüne her zaman, tepesinde bir kurt başı bulunan bir tuğ dikti.
Aradan çok yıllar geçti. Aşine boyuna Asençe adlı bir başka yiğit hakan oldu. Bunun zamanında
ise Aşine boyu, bulundukları yerden çıkıp daha güzel yurtlara yerleştiler.
Üçüncü söyleyiş:
Bir not halindedir. Çin devlet adamlarından Cjan-Ken'in, Milattan önce 119 yılında, Çine göre batı ülkelerinde
yaptığı gezi sonunda gördüklerini ve duydukların yazıp o zamanki Çin împaratoruna sunduğu notlan
arasında kayıtlıdır. Notu, Abdülkadir înan'ın, Türk Dili Araştırmalan Yıllığı
(1954) ndaki Türk Destanlanna Genel bir bakış adlı yazısından olduğu gibi alıyoruz:
"Hun Ülkesinde bulunduğum zaman duydum ki Usun Hanı, Gunmo unvanını taşıyor. Gunmo'nun babası,
Hunlann batısındaki bir ülkeye sahipti. Gunmo'nun babası bir savaşta Hunlar tarafından öldürüldü.
Yeni doğmuş olan Gun-mo'yu kırlara attılar. Kuşlar çocuğu sineklerden koruyor; bir dişi
kurt sütüyle besliyordu. Hun Hakanı buna şaştı. Bu çocuğu saydı. Onu kendi terbiyesine aldı,
büyüttü. Babasının ülkesini ona geri verdi."
|
|
|
 |